Köşe Yazıları

Bulgaristan’da Türk Azınlığına Yönelik Unutulmuş Üç Büyük Siyasi Suikast

Anadolu Türklüğünün bir uzantısı olarak sınırlarımız dışında günümüzde en fazla Müslüman Türk azınlığın yaşadığı ülke olması bakımından Bulgaristan, Türkiye Cumhuriyeti açısından ayrı bir öneme sahiptir. Osmanlı Devleti döneminde de Bulgaristan,..

Bulgaristan’da Türk Azınlığına Yönelik Unutulmuş Üç Büyük Siyasi Suikast

Anadolu Türklüğünün bir uzantısı olarak sınırlarımız dışında günümüzde en fazla Müslüman Türk azınlığın yaşadığı ülke olması bakımından Bulgaristan, Türkiye Cumhuriyeti açısından ayrı bir öneme sahiptir. Osmanlı Devleti döneminde de Bulgaristan, Balkanlarda en fazla Türk nüfusun yaşadığı bölgeydi. Hatta Osmanlı idaresinden çıkmasından kısa bir süre öncesine kadar, 19. yüzyılın başlarında Bulgaristan’daki Müslüman Türk nüfus, Bulgar nüfus bilimci G. Th. Danailov’ın tespitlerine göre de çoğunluğu oluşturmaktaydı . 1876 tarihine gelindiğinde ise Türk ve Bulgar nüfus oranları yaklaşık olarak aynıydı . 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra ise demografik durum sürekli Türklerin aleyhine gelişmiştir. Berlin Antlaşması (1878) ile Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir prenslik konumuna getirilen ve Osmanlı bürokrasisinde “Bulgaristan Emareti” olarak adlandırılan ülkede Doğu Rumeli Vilayeti ile birleşmeden sonra yayınlanan ilk resmî nüfus sayımlarına göre, 1887’de nüfusun %76.86’sını Ortodokslar, % 21.44’ünü Müslümanlar, % 0.59’unu Katolikler, % 0.04’ünü Protestanlar, % 0.77’sini Yahudiler, % 0.30’unu ise Ermeni ve diğerleri oluşturmaktadır. Toplam nüfus ise 3.154.375’tir . Dolayısıyla savaş öncesi % 45’e yakın olan Müslüman Türk nüfus 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı esnasında uğradıkları katliamlar ve göçler sebebiyle yarı yarıya azalmıştır. Bulgaristan’da kalan Müslüman Türk nüfusu ise başta can ve mal güvenliği olmak üzere eğitim, kültürel ve dinî haklarıyla ilgili birçok sorunla boğuşmak zorunda kalmıştır. Çeşitli dönemlerde kısmî rahatlamalar olduysa da bahsi geçen sorunlar nedeniyle Türkiye’ye göç dönem dönem değişen yoğunluklarla sürekli devam etmiştir.

Balkan savaşları sonrası Müslüman ve Türk nüfusun yoğun olarak bulunduğu Cuma-i Bala, Paşmaklı ve Kırcaali şehirlerinin bulunduğu Rodoplar bölgesinin de kaybedilmesi ile on binlerce Türk tekrar göç etmek zorunda kalmıştır . Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sırasında müttefik olmaları ve Bulgaristan ordusunda çok sayıda Müslüman Türk azınlığa mensup askerin de Bulgarlarla birlikte savaşıp birlikte ölmeleri savaş sonunda Bulgaristan’ın ülkedeki Türklere karşı tutumunu değiştirmesinde önemli bir etken olmuştur. Savaş sonunda iktidara gelen ve 1923 yılına kadar başta kalan Aleksandr Stamboliyski liderliğindeki Çiftçi Partisi döneminde Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığı biraz rahat nefes alabilmiştir . Ancak bu dönemde de çeşitli sıkıntılar yaşanmıştır .

18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve İkâmet Sözleşmesi cumhuriyet döneminde Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığın hakları ve Türkiye’ye göçleri ile alakalı ilk anlaşmadır. Türkiye ve Bulgaristan arasında yapılan İkâmet Sözleşmesi’nin ikinci maddesi doğrudan doğruya Bulgaristan’daki Türkler ile ilgilidir. Bu maddeye göre : “Taraflar Bulgaristan Türklerinin ve Türkiye Bulgarlarının isteğe bağlı göçlerine hiçbir engel çıkarılmamasını kabul ederler. Göçmenler yanlarında taşınır mallarını ve hayvanlarını götürmek ve taşınmaz mallarını serbestçe tasfiye etme hakkına sahip olacaklardır. Taşınmaz mallarını kesin gidişlerinden önce tasfiye etmemiş olanlar göç gününden başlamak üzere iki yıllık bir süre içinde bu tasfiyeyi yapmak zorundadırlar. Malların tasfiyesinden elde edilen paraları ilgililerin dışarı çıkarma biçimi konusunda iki hükümet arasında bir anlaşma yapılacaktır” .

Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığı için özellikle Türkiye ve Bulgaristan arasında imzalanan Türk-Bulgar İkâmet Sözleşmesi hayati bir öneme sahiptir. Bu anlaşma ile ilk defa Bulgaristan’da yaşayan Türklerin anavatana göçleri bir düzene bağlanmıştır. Atatürk döneminde bu anlaşma oldukça dürüst ve düzgün bir biçimde uygulanmış, 1930’lu yıllarda her yıl Türkiye’ye ortalama 17 bin göçmen gelmiştir . 1925 tarihli İkamet Sözleşmesi’nin hükümleri 1944 yılında Bulgaristan’daki rejim değişikliği sebebiyle askıya alınmış ve bu tarihten itibaren Bulgar makamları sağlıklı bir göç anlayışını terk etmişlerdir .

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında daha iyi olan ilişkilerde bir müddet sonra çeşitli sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır . Bu sorunlardan birisi de Bulgaristan’daki Türk azınlığın maruz kaldığı baskılar ve saldırılardır. Bu baskı ve saldırılar doğrudan doğruya devlet eliyle olmasa da Bulgaristan’da özellikle Türklere karşı faaliyet gösteren bazı örgütler tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bunlar arasında, Rodna Zaştita (Müdafi Vatan Cemiyeti), Dobruca Komitası ve Trakya Komitası Türklere karşı baskı ve saldırılarıyla ön plana çıkan örgütlerdir. Rodna Zaştita, aşırı milliyetçi ve faşist eğilimli bir yapıda olup başta Türkler olmak üzere Bulgaristan’daki bütün azınlıklara karşı faaliyet gösteren örgütlerin başında gelmekteydi. Örgütün idarecileri emekli generaller gibi genellikle asker kökenli kişilerdir . Romanya tarafından ilhak edilen Dobruca’nın geri alınması ve orada yaşayan Bulgarların göç etmesini engellemek için çalışan Dobruca teşkilatı özellikle Deliorman ve kuzey Bulgaristan’daki Türklere baskılarıyla dikkat çekmektedir .
Güney Bulgaristan’da Türklerin çoğunluğu oluşturduğu Rodoplar bölgesinde faaliyet gösteren ve çalışmamızda işlenen suikastların da faili olarak görülen Trakya Komitası Türklere karşı en çok can yakan örgütlerin başında gelir. Görünüşte Batı ve Doğu Trakya’dan göç eden Bulgar muhacirlere sosyal yardım amaçlı 1918 yılının sonlarında kurulan Trakya Komitesi gerçekte Trakya coğrafî bölgesini Türk ve Yunan idarelerinden kopararak Bulgaristan’a ilhak için çalışmıştır . Şubat 1934’te Balkan Paktı’nın imzalanmasından sonra Türkiye’nin, komite hakkındaki baskıları artmış, bu baskılar karşısında Bulgaristan, Nisan 1934’te Trakya Komitesini kapatmıştır. Kapatılmış olmasına rağmen komitenin Karabayır’da bulunan karargâhının bir kısmı Darıdere’ye Yunan sınırına kaydırılmıştır. Üyelerinin büyük bir kısmı korucu, gümrükçü ve köy bekçisi gibi silahlı olarak sınır bölgesine yerleştirilmiştir. Faaliyetlerini gizli olarak bir süre devam ettirmiştir. 19 Mayıs 1934’te gerçekleşen darbeden sonra kurulan askerî hükümet , 1935 yılının sonlarında Trakya Komitesinin toplantılarının yasaklanmasına karar vermiştir .

Bulgaristan’da Türklere yönelik baskı ve sindirme metotlarından bir tanesi de Türk azınlığın ileri gelenleri ve aydınlarına yönelik suikastlardır. Her dönemde bu metoda başvurulduğu görülmektedir. Bu yöntemle Türk azınlığı infiale kapılmakta, can ve mal güvenliklerinin olmadığını görerek Türkiye’ye göç etmekten başka çare olmadığına inandırılmaktaydılar. Özellikle Türk nüfusun yoğunluğunun azaltılmak istendiği bölgelerde bu yönteme başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca bu durum Türk azınlığın kendilerine önderlik edebilecek aydın ve tahsilli kişilerden mahrum kalmasına ve geride kalanların asimilasyon politikalarına karşı daha savunmasız hale gelmelerine sebep olmaktaydı.

Türklere karşı saldırıların yoğunlaştığı 1930’lu yıllarda çok sayıdaki suikasttan üç tanesi saldırıya uğrayanların konumları ve özellikleri itibariyle dikkat çekicidir. Ne Türk ne de Bulgar literatüründe yer almayan adeta unutulan bu cinayetler Kırcaali Koşukavak kazası “Geran Ada ” nahiyesi müdürü Hacı Hüseyin oğlu Feyzi Efendi, Kırcaali kazasının Cebiroğulları nahiyesi müdürü Hasan Efendi ve dönemin Bulgar Parlamentosunda bulunan Türk Mebus Hacı Galip Oğlu Hüseyin Efendi’ye karşı düzenlenmiştir. Bu cinayetlerin tamamı Türklerin Bulgarlara göre büyük bir çoğunluk oluşturduğu Kırcaali Rodoplar bölgesinde gerçekleştirilmiştir.

Cebiroğulları Nahiyesi Müdürü Hasan Efendi Cinayeti
Araştırmamıza konu olan ilk cinayet 25 Ocak 1930 tarihinde Kırcaali Kazası Cebiroğulları Nahiyesi Müdürü Hasan Efendi’ye karşı işlenmiştir. Hasan Efendi 25 Ocak 1930 Cumartesi günü öğleden sonra Kırcaali Mestanlı yolu üzerinde üç meçhul Bulgar tarafından katledilmiştir. Olayın duyulması ile galeyana gelen Türk halkı katillerin bir an önce yakalanarak şiddetle cezalandırılması hususunu Kırcaali Mutasarrıflığından ısrarlı bir şekilde talep etmişlerdir. Mutasarrıf meseleyi dikkate alarak gereğinin yapılacağını vaat etmiştir. Ayrıca katillerin Trakya komitesine mensup kişiler olduğu ve bu işe kalkışanların henüz yakalanmadıkları da gelen bilgiler arasındaydı .
Cinayet Kırcaali ve çevresinde büyük bir korkuya sebep olmuş, yöredeki Türklerin önemli bir bölümü malını mülkünü satarak Türkiye’ye göç etmek üzere harekete geçmiştir. Hadisenin Türk halkı üzerinde yarattığı tesiri anlayan Bulgar Hükümeti harekete geçerek bazı Bulgarları gözaltına almış, katillerin isim ve hüviyetlerinin tespit edildiği, tutuklandıkları Kırcaali Emniyet Müdürlüğü tarafından beyan edilmiştir. Ancak yapılan bu açıklamalar ve alınan tedbirler halkı teskîn etmemiştir. Çünkü daha önceki olaylarda olduğu gibi Trakya Komitasının nüfuz ve tesiri ile bir takım yalancı şahitlerin bulunup katillerin kurtarılacağı düşünülmekteydi. Halk arasında cinayetin adı geçen komitaya mensup kişiler tarafından işlendiğine dair kesin belirtiler ve kanaat da mevcuttu. Trakya Komitasının kararıyla ara sıra köy ve kasabalarda mevki ve nüfuz sahibi Türklere karşı gerçekleştirilen suikastlar Türk halkına korku salmakta, ayrıca katillerin yakalanıp cezalandırılmaması da halkın hükümete olan güvenini sarsmakta ve son çare olarak da Türkiye’ye bir an önce göç etme düşüncesine sebep olmaktaydı. Gelen bilgilerden Trakya Komitasının Türklere karşı suikastlar icra etmek için gizli bir teşkilat oluşturduğu da anlaşılmaktaydı. Bu suretle, kasaba ve köylerde Türklerin ileri gelenleri katledilerek halk korku ve paniğe kapılacak, mal ve mülklerini terk ederek göç edeceklerdi. Böylece Türklerin mallarına bedelsiz bir şekilde sahip olunacaktı. Kırcaali ve çevresindeki Türklerin katl ve tehdit suretiyle kaçırılıp bunların emlak ve arazilerine bedelsiz bir şekilde sahip olmak örgütün ana hedeflerindendi .

Hasan Efendi suikastı Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan “Mestanlı Bölge Gazetesi”nde de yer bulmuştur. Gazetedeki habere göre 25 Ocak 1930 cumartesi günü öğleden sonra saat 3’te Cebiroğulları Muhtarı Hasan Hacı Mehmetoğlu Kırcaali’den köyüne doğru at ile yola çıkmış, Arda Nehri’ni geçtikten 100 metre sonra iki bilinmeyen şahıs tarafından kendisine yedi el ateş edilmiş ve bu kurşunlardan bir tanesi Hasan Efendi’nin bedenine isabet etmiştir. Ağır yaralanan Hasan Efendi o dönemdeki askerî hastaneye getirilerek gece yarısı ameliyata alınmış ancak tüm çabalara rağmen kurtarılamayarak sabah saatlerinde hayatını kaybetmiştir. Gazetede ayrıca muhtarın cenazesine çok sayıda Türk’ün katıldığı ve cenazede yapılan konuşmalarda polisin cinayeti işleyenleri bir an önce açığa çıkararak olayı aydınlatmasının talep edildiği bildirilmektedir. Olay Mestanlı’da ikamet eden Türkler ve Bulgarlar üzerinde derin tesir yaratmıştır. Mestanlı, Eğridere, Kırcaali bölgelerinden Türklerin temsilcileri ve ileri gelenleri bölge valisini ziyaret etmişler, vali kendilerine cinayetin aydınlatılacağı yönünde söz vermiştir. Gazetenin verdiği bilgilere göre hemen ertesi gün cinayetle ilgili birkaç kişi gözaltına alınmış, polis yetkilileri de en kısa sürede cinayeti işleyenleri ve arkasındaki güçleri ortaya çıkaracaklarını beyan etmiştir. Ayrıca gazetede cinayetin bir an önce aydınlatılması gerektiği, çünkü olayın barbar ve haince bir cinayet olduğu vurgulanmıştır . Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan bu gazetede yer alan bilgiler Türk konsolosluk ve elçilik makamlarının verdiği bilgilerle de örtüşmektedir.

Bölgedeki Türk azınlığın çıkardığı gazetelerden biri olan Rodop Gazetesinde de olay derin bir teessürle karşılanmıştır. Aynı zamanda gazetenin sahibi olan Takanoğlu Mehmet Lütfü Bey’in yazısı buradaki Türklerin hissiyatını ve Bulgar Devleti’ne karşı nasıl bir vatandaşlık duygusu içerisinde olduklarını göstermesi bakımından dikkate şayandır. Mehmet Lütfü Bey gazetedeki 2 Şubat 1930 tarihli yazısında cinayetin nasıl gerçekleştiğini ve Hasan Efendi’nin vefatını anlattıktan sonra Hasan ne için öldürülmüştü? Hasan’ın şahsi düşmanları var mıydı? Sorularına cevap aramıştır. Mehmet Lütfü Bey’e göre Hasan’ın tek kabahati aşırı derecede kanuna riayetkârlığı ve idaresi altındaki bölgede Türk ve Bulgar bütün vatandaşlara eşit muamele yapmasıdır. Daha önceden tamamen Türklerden oluşan Cebiroğulları nahiyesine sonradan yerleştirilen Trakya Bulgarlarının Türk halkını sindirmek için yaptığı türlü türlü eza ve işkencelere karşı “Çorbacılar patagonyada yaşamıyoruz meşruti bir hükümetin siyasası altında bulunuyoruz, benim idarem altında hiçbir zümrenin kanun aşırı hareketine meydan veremem” diyerek haksızlıklara meydan okuması ve kanunları çiğneyenleri adalete teslim etmek için ilgili makamlara ihbar etmesi Hasan Bey’in Trakya Komitasının düşmanlığını kazanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle de Mehmet Lütfü, Hasan Bey’in katlinin tamamen siyasî olduğunu ve her namuslu Türk’ü düşündürecek, her namuskârane hareket edenlerin akıbetlerini hatırlatacak nefret uyandıran bir zulüm olayı olduğunu da ifade etmiştir. Hasan’ın hiçbir şahsi düşmanı olmadığını ve olamayacağını, asil ve civanmert bir adam olduğunu, haksızlıklara boyun eğmeyen, adaleti seven, zulme karşı arslan gibi kükreyen, namuslu, emsalsiz bir Türk genci olduğunu belirttikten sonra herhangi namuslu bir vatandaşın, hakiki bir vatanseverin Bulgaristan’ın menfaatlerini düşünen namuslu bir elin ona kurşun sıkamayacağını, zaten bölge mutasarrıfı muhterem Gospedin Çapkınov ve kasabada yaşayan hakikî Bulgar münevverleri ve vatanseverlerinin bu hadiseden Türkler kadar elem ve üzüntü duyduklarını da ifade etmiştir . Bu bilgilerden Bulgar halkının önemli bir kesiminin de Trakya komitacılarının eylemlerinden memnun olmadıklarını anlamaktayız.
Mehmet Lütfü Bey yazısında Türkleri de sakin olmaya eski zamanlardan kalan kin ve intikam duygularından uzak durmaya davet etmiştir. Aşağıdaki ifadeleri Hem Türklerin hem de Bulgarların menfaatlerini nasıl korumaya çalıştığının çok açık bir göstergesidir:
“Her vatandâş iyi bilmelidir ki Bulgar vatanının ellerine ve ayaklarına vurulan ‘tâmirat zinciri’ arasında birde ekalliyetler hukukû vardır. Fakat biz namuslu Türkler hiçbir vakit düşmanlarımız tarafından biz ekalliyetlere verilen hakka dayanarak bir talepte bulunmuyoruz ve bulunmayacağız; çünkü devletimizin kânûnları bize lazım gelen hakk-ı hayatı bahşetmiştir. Âyârın lütfuna hiç ihtiyâcımız yoktur. Şu kadar var ki bizim bu hakiki vatanperverliğimize karşıda vatandâşlarımızdan iyi ve dürüst mukabele görmek, beklemek elbette hakkımızdır. Elhasıl Hasan Efendi’nin hâdise-i katli alelâde bir cinayet değil, siyasî bir cinayettir. Gazetemizin 19. sayısında evvelce Hasan’a karşı yapıldığını yazdığımız gayrı muvaffak mükerrer suikastları kari’lerimize hatırlatmakla beraber tekrar edelim ki Türk efkâr-ı umûmiyesi bundan çok müteellimdir. Mamâfîğ hükümet-i hâzıranın biz Türkler hakkında takîp eylediği politika ile de taban tabana zıt olduğu kanâatindedir. Binaenaleyh gerek zâbıtamızın ve gerek adliyemizin bu elim hâdise etrafında azami faâliyet ve takîbâtta bulunacağına emin olmak isteriz. Hâdisenin en ince noktalarına varıncaya kadar yapılacak takîbât ve bil netice verilecek cezâdır ki devlet ve kânûn mefhûmlarını herkese anlatacaktır. Biz şimdilik kemâl-i vakâr ve sükûn ile hükümetimizin icrââtına intizar edeceğiz” .

Mehmet Lütfü Bey Bulgaristan’a I. Dünya Savaşı sonucunda Neuilly Antlaşması ile dayatılan azınlıklarla ilgili hükümleri bile talep etmediklerini hatta Bulgaristan’ın düşmanlarından da “düşmanlarımız” diye bahsederek onların zorlamasıyla hiçbir talepte bulunmadıklarını ve bulunmayacaklarını, Bulgar Devleti’nin kanunlarının kendilerine lazım gelen hakları verdiğini belirmiştir. Ancak Türk azınlığın da Bulgar Devleti’nin menfaatlerini kollayan bu tutumuna karşı Bulgar vatandaşlardan iyi ve dürüst bir muamele ve karşılık beklemelerinin hakları olduğunu vurgulamıştır. Türk azınlığa yönelik bu saldırıların Bulgar hükümetinin politikalarına da ters olduğunu, suçluların yakalanıp adil bir ceza verilmesinin, bir daha böyle saldırıların yapılmasını engelleyeceğini, Türk azınlığı olarak olgun ve ağırbaşlı bir şekilde hükümetin icraatını gözlemleyeceklerini bildirmiştir. Ancak Türk azınlığın gayet medenî, ağırbaşlı, tutum ve davranışlarına rağmen sağlıklı bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Hasan Efendi cinayeti Türkiye’de de Edirne Milli gazetesinde “Bulgaristan Türklerinin Feryadı” “Mektepleri Kapatılıyor – Türkler Hayatlarından da Emin Değil – Nazarı Dikkati Celbederiz” başlığı altında yer bulmuştur. Edirne’nin coğrafi olarak bölgeye yakınlığı ve cinayetin işlendiği bölgenin Balkan Savaşlarına kadar Edirne Vilayeti’ne bağlı kaza sınırları içinde olması bölgeden gelen haberlerin Edirne’ye daha kolay ulaşmasına sebep olmaktaydı. Gazetedeki yazıda cinayet hakkında bilgi verildikten sonra Hasan Efendi ve bölge hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Milli Kongre’de Cebiroğulları nahiyesi temsilcisi olan Hasan Efendi 32 yaşlarında, yakışıklı, güçlü kuvvetli, kanuna riayetkârlığı ile tanınmış ateşli bir Türk genci idi. İdarecisi olduğu Cebiroğulları nahiyesi dört beş sene öncesine kadar tamamen Türklerin meskûn olduğu bir yerleşim yeri iken daha sonra bölgeye Trakyalı Bulgar muhacirler yerleştirilmiş ve epeyce Türk’te Türkiye’ye göç etmişti. Buraya yerleştirilen muhacirler Türk halkını kaçırtmak için türlü işkenceler yapmakta iseler de çok milliyetperver ve cesur olan Hasan Efendi ne pahasına olursa olsun kanun kuvvetiyle fenalıkların önüne durmaktaydı. Hasan Efendi kanunperestliği yüzünden birkaç defa suikasta uğramışsa da kendisine bir zarar gelmemişti. Hatta cinayetten üç ay evvel gündüz vakti Mestanlı şosesi üzerine kendisine kurulan bir pusuya uğramış fakat o sırada başka yolcuların yetişmesi üzerine suikastçılar bir şey yapmağa muvaffak olamamışlardı. Hasan Efendi şimdiye kadar Trakya Komitacıları tarafından aleyhinde yapılan faaliyetleri vaktiyle mutasarrıflığa ve emniyete de bildirmişti. Bu nedenlerden ötürü Hasan Efendinin şehadeti tam manasıyla siyasî bir olaydı. Gazetedeki yazıya göre Hasan Efendi yakınlarda yapılacak seçimleri büyük bir farkla kazanarak tekrar nahiye müdürü olacağı bilindiği için ortadan kaldırılmıştı. Habere göre bu kahraman şehidin cenaze alayı da emsalsiz olmuş, Kırcaali’nin hassas halkı yedisinden yetmişine kadar bu muazzez şehidi ellerinin üstünde mezarına kadar taşımışlardı. Hasan Efendi’den geriye biri altı yaşında diğeri üç yaşında iki çocuk ile genç bir eş kalmıştı. Bu hadise bütün Mestanlı Müslümanlarının neşesini kaçırmıştı. Ayrıca namuslu insanların hayatları gayri kanuni teşekküllerin ellerinde taşıdıkları tabancaların tetiğine her an maruz kaldıkça ve bu gayri kanuni teşekküller ulu orta rahatça adam öldürdükçe Rodop Türkleri için Bulgaristan’da yaşamanın imkânı olmadığı da yazının sonunda vurgulanmıştır . Hasan Efendi cinayetinde gerek Türk konsolosluk raporlarında gerekse basında aynı endişelerin hâkim olduğu ve olayla ilgili benzer yorumların yapıldığı görülmektedir.

Doç. Dr. Bülent YILDIRIM

Devamı Gelecek Sayıda

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL