Sonunda iyice koparttık kardeşim! Demokrasi geldi, hindi gibi şişmiş olan balonumuzu patlattı, daha ne yapalım? Çaresiz kaldık. Gözünü açan Üsküdar’ı aştı, gitti, biz ise bir meşeye dayanıp durduk. Firma dediler,..
Sonunda iyice koparttık kardeşim!
Demokrasi geldi, hindi gibi şişmiş olan balonumuzu patlattı, daha ne yapalım? Çaresiz kaldık. Gözünü açan Üsküdar’ı aştı, gitti, biz ise bir meşeye dayanıp durduk. Firma dediler, şirket dediler, holding dediler… Kiminin otelleri, motelleri; kiminin fabrikaları, restoranları, fermaları varken, bize, avucumuzu yalamak kaldı sadece.
Ya, bunun suçlusu kim? Komşum mu? Rejim mi? İktidar mı? Hayır, hayır! Anam, babam elbet! Niye beni doğruluğa, dürüstlüğe alıştırmışlar? Niye bana üç koyup beş almayı öğretmemişler?
Niye ben de el ve dil uzunluğu yapamıyorum? Niye sadece doğruluğa tapıp kalmışım?
Ama olsun!
Benim, şu kadar “gözünü dört açmış” insanım, akrabam var.
Geçenlerde kışlık odunumu, unumu, samanımı aldım; elektriğimi, suyumu, telefonumu ödedim ama devletimizin bana yüklediği ağır vergilerin, sağlık ödemelerinin ve cezaların altından çıkamadım hiçbir türlü.
Az düşündüm, çok düşündüm, dere tepe gezip dolaştım ve nihayet dokuz köy ötesinde oturan eniştemin kapısına dayandım. Adamın sürü sürü davarları, iri baş hayvanları, (gemicikleri yok ama) kamyonları, traktörleri, bunun ötesinde Afrika platoları gibi uçsuz, bucaksız tarlaları var.
Paraya pul demediğini biliyorum. Ona halimi arz ettiğimde elbet de bana “Al şu paraları, gör derdinin çaresini” demekten başka bir şey demeyecek.
Tato (T.Jivkov) döneminden kalma 35 yıllık arabamla kapısına varıp kornayı çaldığımda eniştem dışarı çıktı ve kendini arabama attı. Sarmaş- dolaş olduğumuzda içim biraz rahatlamış oldu. Demek ki, bu adamın benim derdime çare olacak gibi bir duruşu var.
Beni içeri davet etmesini beklerken, “Ablan evde yok” dedi. “Şu araba içinde güzel, güzel anlatırız…”
Önce o sordu:
“Nasılsın bakalım, kayınço?” “Teşekkür ederim enişte, sen nasılsın?”
Sormanın hiç yeri yokmuş. Eniştem, yumdu gözünü, açtı ağzını: “Bak, kayınço! Bu devirde yaşamak, beygir g…de sinek yaşamına benziyor. Adamı rahata bırakmıyorlar hiç. Çalıyorlar, kapıyorlar. Şu kadar koyunum, bu kadar kuzum çalındı. Firmanın birine verdiğim binlerce litre süt beyhude gitti. Öteki firmaya verdiklerim de yarı yarıya ödendi. Onlarla mahkemelik olduk. Dövdük, dövüştük. Traktörlerimle, kamyonlarımla yaptığım hizmetlerin karşılığı hep veresiye defteri oldu. Millet yemeyi, içmeyi biliyor ama borcunu ödemeyi aklına bile getirmiyor. Üstüme, başıma bak. Adam gibi bir elbise bile alamıyorum. Etin ne demek olduğunu unuttuk.
Soframız ona göre. Ablanla her zaman kavgalıyız. Aç yatıyormuş, çıplak geziyormuş. El âlem gibi insan yüzüne çıkamıyormuş… Bizi insan sayan yok, kayınço. El âlem borsa üstüne borsa deyip bir çivi bile kakmadan devletin hazinesinden geçiniyor. Bizi borsaya, morsaya alan yok. Ne yapacağımı iyice şaşırdım…”
Eniştem daha kim bilir neler anlatmıştır, bilemiyorum. Onu dinle- meye gücüm kalmamıştı. Kendi hal- imi düşünüyordum. Buraya avlanmaya gelmiştim, oysa beni avlayacağından korkmaya başladım. Kendimden geçip onu dinlemediğimi anlayınca en nihayet konuyu değiştirdi:
“Demek ki, kayınço, sen iyisin, öyle mi?”
“Evet, evet, galiba senden biraz daha iyiyim…”
Ve “kopuk” halime şükrederek oradan ayrıldım.
Allah, insanı daha beterinden korusun!
Sabri CON
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)